Fikir ve Analiz Hizbullah liderinin konuşmasının yapısökümü ve Gazze savaşındaki önemi



ID:99448
Yayınlanma:
09 Kas 23

Hizbullah hem siyasi hem de söylemsel açıdan özerk bir aktördür. Tam da bu özerklik nedeniyle, Hizbullah'ı Batılı siyasi dilin merceğinden değil, kendi içinde yorumlamak elzem hale gelmektedir. Direniş Ekseni'ni kendisine yabancı bir gramer üzerinden okumak...

Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah Cuma günü dünyanın dört bir yanındaki siyasi uzmanlar tarafından analiz edilen güç dolu ve stratejik açıdan önemli bir konuşma yaptı.

Bununla birlikte, Batılı uzmanların çoğunun onun sözlerine getirdiği yorumun doğru olanla örtüşmediğini belirtmek önemlidir.

Bu kavrayış eksikliği, Hizbullah direniş hareketinin ve tüm Direniş Ekseni'nin kendine özgü söylemsel özellikleri hakkındaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Başka bir deyişle, Seyyid Hasan Nasrallah'ın konuşması, Batı'nın siyasi çerçevesi tarafından kısıtlanmadan, kendi şartlarına göre zamanlanmış ve yapılmıştır.

Daha geniş anlamda, Direniş Ekseni'nin ayırt edici özelliklerinden biri de budur: Batı'nın artık hegemonyaya sahip olmadığı için merkezi normatif nokta olmadığı perspektifinden algılanan söylemsel özerkliği.

Dolayısıyla Nasrallah'ın sözleri bu husus dikkate alınmadan anlaşılamaz.

Dahası, anlayış eksikliği bu uzmanların çoğunun Lübnan'daki ve Hizbullah'ın halihazırda Siyonist işgale karşı mücadele ettiği işgal altındaki Filistin'in kuzey sınırındaki mevcut durumu göz ardı etmesine neden olmaktadır.

Kendi raporlarına göre Lübnan direnişi en az dokuz Siyonist tankı imha etmiş, 65.000'den fazla Siyonist yerleşimciyi yerinden etmiş ve 120 Siyonist askeri kayıp verdirmiştir.

Aynı zamanda kendi üyelerinden 59'u da bu süreçte şehit olmuştur.

Buna ek olarak, stratejik açıdan bakıldığında Hizbullah'ın eylemlerinin Siyonist ordunun tamamen kuşatma altındaki Gazze Şeridi'ne odaklanmasını engellediğini belirtmek çok önemlidir.

Dolayısıyla Nasrallah'ın sözlerini "gerilimin düşürüldüğünün teyidi" olarak yorumlamanın bir anlamı yok. Söylemin kendisi bunun aksini açıkça ortaya koymaktadır.

Hizbullah lideri Siyonist varlığı Gazze'deki soykırımını sürdürmesi halinde daha büyük bir karşılık vermekle tehdit etmekle kalmadı, aynı zamanda dikkatleri kuşatma altındaki kıyı bölgesindeki durumdan doğrudan sorumlu tuttuğu ABD'ye yöneltti.

Profesör Amal Saad'ın da belirttiği gibi bu son derece önemli bir gelişme. Bir yandan, Hizbullah'ın Gazze'de ateşkesi reddetmeye devam etmesi halinde ABD'ye saldırmaya hazır olduğunun altını çiziyor.

Öte yandan, Hizbullah Genel Sekreteri'nin "ABD'nin yürütme aracı" olarak tanımladığı Siyonist varlığın egemenlik ve özerklikten yoksun olduğu şeklinde tanımlıyor.

Nasrallah'ın analizi, siyasi açıdan bakıldığında, durumu anlamak için son derece uygun.

Eğer "gücü" özerk eylem kapasitesi olarak tanımlarsak, İsrail rejiminin gerçek anlamda bir güç olarak kabul edilemeyeceği ortaya çıkar, çünkü hareket kabiliyeti temelde ABD ve diğer müttefiklerinin dış desteğine bağlıdır.

Tüm bunlar Nasrallah'ın söylemini kendi siyasi-ideolojik terimleri içinde anlamanın gerekliliğinin altını bir kez daha çiziyor. Çoğu Batılı analistin göz ardı ettiği bir nokta bu yapının, kendi zaman çizelgesini belirleyen bir grup olduğudur.

Bu bağlamda, Hizbullah'ın 2006 yılında Siyonist orduya karşı kazandığı zaferde sadece birkaç yüz üyesinin doğrudan çatışmaya girdiğini hatırlamak çok önemlidir.

Bu da Lübnan direnişinin siyasi-askeri stratejisini kendi şartları içinde anlamanın önemini ortaya koymaktadır. 2006 yılında grubun Amerikan ve Siyonist kaynaklar tarafından yaklaşık 5,000 üyesi olduğu tahmin ediliyordu.

Aynı kaynaklara göre bugün Hizbullah'ın 100.000'den fazla üyesi var ve Tel Aviv'deki rejimi yok edebilecek çok daha modern bir cephaneliğe sahip.

Siyasi-söylemsel bir perspektiften bakıldığında, Hizbullah'tan bir savaş ilanı bekleyen uzmanların direnişi savaş ya da barış ikileminin sınırlı merceğinden anladıkları söylenebilir.

Grubun kendi dışındaki bir söyleme dayanan bu ikili yaklaşım, daha önce de belirtildiği gibi, Nasrallah'ın Cuma günü bizzat ifade ettiği gibi, Hizbullah'ın Siyonist işgale karşı çatışmaya zaten doğrudan dahil olduğunu dikkate almamaktadır.

Grubun katılımının kapsamı yalnızca kendi yetkileri dahilinde bir karardır. Aksini beklemek, gruba yabancı olan ve nihayetinde Direniş Ekseni'nin tamamının yararına olmayan bir siyasi-söylemsel çerçevenin dayatılması anlamına gelecektir.

Bu söylemsel dayatma Hizbullah'ın bir "İran vekili" olarak nitelendirilmesinde de görülebilir. Sponsor-vekil doktrini, İran ve Hizbullah arasındaki çok yönlü ilişkiyi, Tahran'ın bir devlet olarak gücünü tabi grubu kontrol etmek için kullandığı, sadece maddi bir alışveriş meselesine indirgemektedir.

Aşırı basitleştirilmiş bir görüş olmasının yanı sıra, bu bakış açısı, vekalet kategorisini "terörist" ve "aşırılık yanlısı" gibi diğer terimlerle birlikte bir eşdeğerlik zinciri içine dahil eden epistemik temeller üzerine inşa edilmiştir.

Bu, bölgedeki Batı hegemonik projesine meydan okuyan direniş hareketlerini, özellikle de Batı projesine karşı direnişlerini seküler olmayan bir dille ifade edenleri kriminalize etmeyi amaçlayan kuralcı bir kategoridir.

Dolayısıyla vekil kategorisi, Batı'nın (coğrafyadan ziyade bir ideoloji olarak anlaşılan) bölgeyi dostlar ve düşmanlar olarak bölmek için kullandığı bir başka araç, yani İran ve Hizbullah'ı çıkarlarına yönelik stratejik tehditler olarak gören bölgenin siyasi olarak bölünmesi anlamına geliyor.

Hizbullah hem siyasi hem de söylemsel açıdan özerk bir aktördür. Tam da bu özerklik nedeniyle, Hizbullah'ı (ve Direniş Ekseni'nin diğer üyelerini) Batılı siyasi dilin merceğinden değil, kendi çerçeveleri içinde yorumlamak elzem hale gelmektedir.

Direniş Ekseni'ni kendisine yabancı bir gramer üzerinden okumak, bölgedeki Batı epistemolojisini parçalamaya yönelik her türlü girişimin kriminalize edilmesini sürdürmekten başka bir işe yaramıyor.  

Xavier Villar - Press